Ticker

6/recent/ticker-posts

Advertisement

Responsive Advertisement

ŞAHDAĞ TIRMANIŞ RAPORU - 2016

 


BAZARDÜZÜ’NE TÜRKİYE’DEN İLK ÇIKIŞIN HİKAYESİ

15 kişilik ideal bir ekiple 21 Ağustos gecesini 22 Ağustos'a bağlayan gece Sabiha Gökçen Havaalanında buluştuk. Uçağımızın rötar yapması nedeniyle sabaha karşı 5'te inebildik Qebele havaalanına. Rehberimiz sevgili dostum Babek İskenderov Orabanlı ve kaptanımız Hüseyin orada bizi bekliyordu. Derhal eşyalarımızı araca yükleyip yola koyulduk. Heyder Aliyev Bulağı'nda küçük bir mola verdikten sonra Şamahı kentine kadar hiç durmadan gittik.

Şamahı çok özel bir yerdi benim için çünkü romanımın başkahramanı Nesimi'nin doğduğu yerdi. Oradan geçerken kulaklarımda "Sığmazam, sığmazam, sığmazam Ene'l-Hak" sözleri çınlıyordu. Tüylerim diken diken oldu. Şamahı'da kahvaltımızı yaptıktan sonra yola devamla Kuba kentine kadar geldik. Burada  Azerbaycan simkartlarımızı edindik, paralarımızı Manat'a çevirdik, 4 günlük kumanyamızı  aldık ve son kez yemek yedikten sonra Hınalık Köyü'ne yani Şahdağı Milli Parkı girişine doğru yola koyulduk.

Milli Parkın kapısında bizi kötü bir şaşırtı bekliyordu. Çünkü Azerbaycan'da kafanıza göre dağa gidemiyorsunuz. Giderseniz dağlarda gezen askerler tarafından tutuklanabilirsiniz. Azerbaycan'da dağcılık yapabilmek için “Ekoloji Nazirliyi”nden izin alınması gerekiyor. Bu iznin bölge karakollarına gönderilmesi vs. 15 gün sürüyor. Bizim izin yazılarımız Babek'te idi ama bu izin yazılarının ilgili nüshaları, Hınalık'taki jandarmaya gönderilmemişti. Bu nedenle Şahdağı Milli Park girişinde 3 saat kadar bekletildik. Yol yorgunuyduk ve bu 3 saatin bizim için değeri çok fazlaydı. Neyse ki bu durum tadımızı kaçıramadı her birimiz bir köşede çayırların üstünde uykuya daldık.

GAS marka 4x4 eski Rus askeri kamyonetine eşyalarımızla birlikte istif olurken bizi şahane bir yolculuğun hatta şahane bir safarinin beklediğini bilmiyorduk. Dimdik yokuşlardan çıkıyorduk, bu araba buradan inemez dediğimiz yerlerden iniyor, derin derelerden geçiyor, yol olmayan dağ yamaçlarından paldır küldür gidiyorduk. Hayatımda yaptığım en güzel yolculuktu diyebilirim.

Şahdağı'nın içlerine girdikçe, Kafkas yaylalarını, atlarını, atlı askerleri gördükçe başka bir dünyaya girdiğimizi farkediyorduk. Uçsuz bucaksız platolardan geçerek "Sovyet kamyon"umuzla kamp yerimize doğru ilerliyorduk. Her vadiden geçişte her yüksek dağ görüşümüzde "Acaba Bazardüzü burası mı?" diye birbirimize soran gözlerle bakıyorduk. Rehberimiz, kamyonun kabin kısmındaydı. Garip ama bir o kadar da eğlenceli "komünist kamyon"umuz, bizi nereye götürürse oraya gidiyorduk. Yolculuğumuzun sonlarına doğru, çok derin bir nehirden gürültülerle çıkarken kamyonun kasasına kadar sulara gömülmemizden dolayı çok koktuk çünkü hem kendimiz hem de sırt çantalarımız ıslanabilirdi.

Vadinin iyice daraldığı yerde "Komünist kamyon"umuz böğürerek durdu. Gün, yerini geceye devrederken çantalarımızı kamyondan indirip kampımızı kurduk. Az ilerideki "bulak"tan sularımızı doldurduk, termoslarımıza sıcak su hazırladıktan sonra çadırlarımıza çekilip uyuduk. Sabah 03.00'te kalkıp 04.00'te zirveye hareket ettik. Nereden bilebilirdik ki kamp yerimize tam 18 saat sonra döneceğimizi. Bu gecikmenin nedenleri vardı elbette. Ana kampa tam yükle ulaşmaktan vazgeçtiğimiz için ana kampa 3 saatlik mesafede kamp kurmuştuk ve hal böyle olunca zirveye 3 saat geriden başlamıştık. Ayrıca kamp yükü ile ana kampa ulaşmak gerçekten çok zordu. Çünkü, buzullardan gelen çamurlu, coşkun bir derenin yüz metre üst yanından, patika sayılmayacak, incecik bir cılgadan, küçücük dahi bir hatanın ölümle sonuçlanabileceği bir yerden "aman dikkat" diyerek geçiyorduk.

Yolumuzun üstünde her yer bulaktı. Bulakların buz gibi sularından kana kana içiyorduk. Azerbaycan toprağı bizi öz çocuğu kabul edip bağrına basıyordu. O sulardan içtikçe, Azerbaycan, genlerimize vatan olarak işliyordu her yudumda.

 

Üstü toprakla kaplanmış buzullar, bembeyaz başlarını çıkarmaya çalışıyordu sanki bizi selamlamak için. Zirve buzuluna kadar su olmayacağı konusunda rehberimiz sevgili Babek, bizi uyardı. Suda hafiften bir kükürt kokusu vardı. Bu sonuncu bulaktı. Buradan dikine vurduk. Parkur gittikçe dikleşiyordu ve bu dik çarşak parkurda zikzaklar çizerek irtifa almaya çalışıyorduk. Her biten tepenin ardında, daha dik bir parkurdan ulaşılabilecek başka bir tepe daha görünüyordu. Üst üste gelen bu kötü şaşırtılar, kaç kere tekrar etti bilinmez. Bu dik rota, fena yorucuydu. O zirveyi yapan tüm ekip arkadaşlarımı gerçekten, içtenlikle kutlarım.

 

Rehberimiz Babek, ara sıra uzanıp giden Kafkas dağları hakkında bilgiler veriyordu. Şu Çıngız (Cengiz) Dağı, şu Tufan Dağı, şu Atatürk Zirvesi, şu Heyder (Aliyev) Zirvesi, şu Bazaryurdu... Eeee diyoruz, "Hani Bazardüzü?" "Onu 5 saat sonra görebileceksiniz." diyor. "Varacaksınız." demiyor, "Göreceksiniz." diyor.  Ne yorucu...

 

Rehberimiz sadece dağları değil, başka bir coğrafyada olmamızdan dolayı şaşakalmış yön duygumuzu da tamir ediyordu. Şurası güney batı, orada benim memleketim olan Şeki kenti var, Oğuz, Qebele kentleri var, doğuya doğru giderseniz İsmayıllı ve Şamahı rayonları, Quba, Qusar... Yönümüz tarafı ise Dağıstan yani Rus toprakları.

 

Sürekli olarak kısa molalar vererek yükseliyorduk. Bazardüzü çıkışında hiç düz ya da iniş yok. Hep yokuş... Hem de ne yokuş... Saatler süren bir yolculuktan sonra Babek, “Bu dağa Türkiye’den çıkan ilk grup siz olacaksınız.” demez mi. O ana kadar bunu bilmiyorduk. Bu tarihi olayı kendi haneme yazmak istediğimi söyledim rehberimize ve kendisini geçerek önden kopup gitmek için ondan izin aldım.

 

Kafkas dağlarının 3. en yükseğine yani Bazardüzü Zirvesine Türkiye'den ilk çıkan kişi olma onuruna eriştim. Önceki yıllarda Kafkasların en yükseği Rusya'daki Elbruz'a iki kez, Kafkasların 2. yükseği olan Gürcistan'daki Kazbek'e  bir kez çıkmıştım. İşte şimdi üçlüyü tamamlamıştım. Biliyorum ki, bundan sonra ülkemizden bu dağlara akın olacaktır. Doğrusunu söylemek gerekirse birçok dağ gördüm ama beni bir Kaçkarlar bir de Azerbaycan dağları bu kadar etkiledi.

 

Atlı Azerbaycan askerleri, atlı çobanlar, köylerde insanların Türklere karşı sıcaklığı, şehirlerde Türk olduğumuz için para almayan taksiciler, müze girişlerinde bizden yerli ücreti alan görevliler, ruhuma sinmiş olan “Türklük” duygusunu ululadı.

 

Çok değişik hislerle, gecelerden bir gece, tüm kampı toplayıp, yıldızlı Kafkas dağlarının geçit verdiği vadilerden, Şahdağı'na doğru, bilinmez bir karanlıkta "komünist kamyonumuz"la yola koyulduk.

 

 

ŞAHDAĞI BÖLÜMÜ:

Azerbaycan dağ faaliyetimizin 2. etabındaydık. Rusların bu topraklardan çekilip giderken bırakıp gittikleri Sovyet kamyonumuz, gecenin içinde homurdanan huysuz bir aygır gibi dağların sessizliğini boza boza Şahdağı'nın kamp yerine gelmiş olmalı ki birden bire durdu. Bir müddet bekledik. Acaba tekrar çalışacak mı diye. Çünkü aracımız yavaşlarken beraber istop ediyordu. Yine o cinsten bir duraklama mıdır bilemediğimizden, soran gözlerle başka gözler aradı gözlerimiz, zifiri karanlıkta, Kafkas Dağları’nda hiç bilmediğimiz bir noktada. O sarsıntıda, derelerden, kayalardan atlaya zıplaya geçen Rus kamyonumuzun kasasında yorgun bedenlerimiz, yıldızların altında kendini uykuya terk ediyordu. Öyle yol olmayan yerlerde, en az 60 yaşında, böyle konforsuz bir kamyonun kasasında uyunur mu demeyin. On sekiz saat süren Bazardüzü zirve çıkışı dönüşü, paldır küldür kampı topla, kamyona istiflen... Uyursun, sen de uyursun.

Ay, konuklarına yardımcı olmak için Kızılkaya'nın tepesinden göründü görünecek. Herkeste bir çadır kurma telaşı. Çadırını kuranlar, o yorgunluk sonrası, yemek bile yiyemeden tulumlarına gömülüp kusursuz bir uyku çekmek için çadırlarına girdiler, kimisi ise hala çadır kuracağı yerin taşlarını ayıklamakla meşgul. Hiç kimsede ses yok. Ben sıcak suda anında yumuşayan bir makarna yaptım kendime ama suyu kaynatmak bir saatimi aldı. Rakım 2550 metre idi. Yemeğimi bitirir bitirmez çadırıma girdim. Vahap da yemek yemeden uykuya dalanlardandı. Benim geldiğimi fark etmedi bile. Tulumuma girer girmez uyumuşum. Ertesi günü boş gün yapmıştık. Sabah 9 sularında uyandım. Aladağların kayalık vadilerine benzeyen bir vadide kamp atmışız demek ki. Gecenin karanlığında nasıl bir yerde olduğumuzu görmeden kampımızı atmıştık. Manzara harikaydı. Fotoğraf makinemı aldım. Güzel birkaç fotoğraf çektim. Güneş henüz çadırlarımıza ulaşamamıştı. Kamp yerimizin yan tarafından gürül gürül bir dere akıyordu. Dereye küçük bir keşif yürüyüşü yaptım. Ellerimi, kollarımı, bacaklarımı, boynumu buz gibi sularla yudum. Bütün yorgunluğum, Şahdağı'nın bu çelik gibi sularında akıp gitmişti. Geri döndüğümde birkaç kişi daha uyanmıştı. Çadırdan dışarıya kafasını uzatan herkes, doğanın bakirliğine, güzelliğine "iyi ki buradayım" dercesine bakıyordu.

Derken ortalıkta kahvaltı hareketliliği başladı. Güzel bir kahvaltıdan sonra rehberimiz Babek ve kaptanımız Rasim'den akşam yemeği için Çoban Müseyb'ten bir koyun alıp Hınalık'ta haşlayıp gelmeleri için sözleştik ve Engin'le birlikte şelalelere doğru yürüyüşe çıktık. Yemyeşil bir vadinin içinde şırıl şırıl bir dere, renk renk çiçekler eşliğinde akşamı ettik.

Akşam, o gece yapacağımız tırmanışı organize etmek için toplantı yaptık. Bazardüzü zirve çıkışında görülen aksaklıkları en aza indirebilmek için yapılan bir toplantıydı bu.

O gece Türkiye saati ile 02.00'de zirveye doğru hareket ettik. Bir gün önce yavaş yavaş dolaştığımız vadilerden şimdi bir hedefe ulaşabilmek için hızla çıkıyorduk. Vadinin bitiminden sola dönerek kayaların arasındaki bir cılgadan yükselmeye başladık. Son bulak, buradaydı. Su eksiğimizi tamamladık. İlk boyuna ulaştığımızda güneş doğmak üzereydi. Burada "seher yemeyi" molası verdik. Hava kapalıydı ve buz gibi bir rüzgar esiyordu. Kahvaltı molasından sonra solu dağ, sağı aşağılara kadar uzayıp giden zaman zaman buz parkurlarına giren bir çarşaktan ikinci boyuna kadar iki saatte ulaşabildik. Buradan sola dönerek dimdik bir rampadan yükselmeye başladık. Bir buçuk saat sonra Şahdağı buzuluna ulaştık. Buzul çıkışı 45 dakika sürdü. Buzuldan sonra zirveye yarım saatlik bir mesafe kalmıştı. Sonunda zirveye ulaştık. Hızlıca zirve fotoğraflarımızı çekildik. "Günorta yemeyi"ni orada yedik.

Hava hızla kapatıyordu. Kazma, baton gibi metaller bulutlardaki elektrik akımına maruz kalabileceği için bunları pançolarımızla sararak hızla irtifadan kurtulmaya çalışıyorduk. Yağmur 3500’lerde koptu kopacak... Gök gürültüleri... Hızla iniyoruz. Çarşak bölgenin bitiminde hava tekrar açıldı. Saat 17.00'de kamp yerimize ulaştık. Yarım saat içinde toplanarak Hınalık'a doğru, ünlü kamyonumuzla yola koyulduk.

Bazardüzü ve Şahdağı zirve faaliyetleri kazasız belasız tamamlamış olmanın verdiği huzur ile Bakü’ye doğru yola koyulduk.

Bakü’de Taksiciler Türk olduğumuzu öğrenince para almak istemiyordu. Müze girişleri yerli 2, yabancı 4 manat iken, bize, siz yerlisiniz deyip 2 manat almaları, dağda karşılaştığımız Azerbaycan subaylarının bilinçli, aklı başında konuşmaları... "Türkiye benim ikinci vatanım." "Burası Rus sınırı, dikkat edin, bir hata yapmayın ki, biz zor duruma düşmeyelim, biz zor duruma düşersek Türkiye de üzülür. Biz biriz." gibi cümleler ve daha niceleri... Ruhumuzun derinliklerine gömdüğümüz Türklük tohumları birden bire ve yeniden patlatmaya yetti. Orada çok iyi anladık ki, Haydar Aliyev'in dediği gibi, "TEK MİLLET, İKİ DEVLET" idik.

Yorum Gönder

0 Yorumlar