Azerbaycan dağ
faaliyetimizin 2. etabındaydık. Rusların bu topraklardan çekilip giderken
bırakıp gittikleri Sovyet kamyonumuz, gecenin içinde homurdanan huysuz bir
aygır gibi dağların sessizliğini boza boza Şahdağı'nın kamp yerine gelmiş
olmalı ki birden bire durdu. Bir müddet bekledik. Acaba tekrar çalışacak mı
diye. Çünkü aracımız yavaşlarken beraber istop ediyordu. Yine o cinsten bir
duraklama mı bilemediğimizden, soran gözlerle başka gözler aradı gözlerimiz. O
sarsıntıda, derelerden, kayalardan atlaya zıplaya geçen Rus kamyonumuzun
kasasında yorgun bedenlerimiz, yıldızların altında kendini uykuya terkediyordu.
Öyle yol olmayan yerlerde, en az 60 yaşında, böyle konforsuz bir kamyonun
kasasında uyunur mu demeyin. On sekiz saat süren Bazardüzü zirve çıkışı dönüşü,
paldır küldür kampı topla, kamyona istiflen... Uyursun, sen de uyursun.
Ay, konuklarına yardımcı olmak
için Kızılkaya'nın tepesinden göründü görünecek. Herkeste bir çadır kurma
telaşı. Çadırını kuranlar, o yorgunluk sonrası, yemek bile yiyemeden
tulumlarına gömülüp kusursuz bir uyku çekmek için çadırlarına girdiler, kimisi
ise hala çadır kuracağı yerin taşlarını ayıklamakla meşgul. Hiçkimsede ses yok.
Ben sıcak suda anında yumuşayan bir makarna yaptım ama suyu kaynatmak bir
saatimi aldı. Rakım 2550 metre idi. Yemeğimi bitirir bitirmez çadırıma girdim.
Vahap abi de yemek yemeden uykuya dalanlardandı. Benim geldiğimi fark etmedi
bile. Tulumuma girer girmez uyumuşum. Ertesi günü boş gün yapmıştık. Sabah 9
sularında uyandım. Aladağların kayalık vadilerine benzeyen bir vadide kamp
atmışız demek ki. Manzara harikaydı. Makinamı aldım. Güzel birkaç fotoğraf
çektim. Güneş henüz çadırlarımıza ulaşamamıştı. Kamp yerimizin yan tarafından
gürül gürül bir dere akıyordu. Dereye küçük bir keşif yürüyüşü yaptım.
Ellerimi, kollarımı, bacaklarımı, boynumu buz gibi sularla yudum. Bütün
yorgunluğum, Şahdağ'ın bu çelik gibi sularında akıp gitmişti. Geri döndüğümde
birkaç kişi daha uyanmıştı. Çadırdan dışarıya kafasını uzatan herkes, doğanın
bakirliğine, güzelliğine "iyi ki buradayım" dercesine bakıyordu.
Derken ortalıkta kahvaltı
hareketliliği başladı. Güzel bir kahvaltıdan sonra rehberimiz Babek ve
kaptanımız Rasim'den akşam yemeği için Çoban Müseyb'ten bir koyun alıp
Hınalık'ta haşlayıp gelmeleri için sözleştik ve Engin'le birlikte şelalelere
doğru yürüyüşe çıktık. Yemyeşil bir vadinin içinde şırıl şırıl bir dere, renk
renk çiçekler eşliğinde akşamı ettik.
Akşam, o gece yapacağımız
tırmanışı organize etmek için toplantı yaptık. Bazardüzü zirve çıkışında
görülen aksaklıkları en aza indirebilmek için yapılan bir toplantıydı bu.
O gece Türkiye
saati ile 02.00'de zirveye doğru hareket ettik. Bir gün önce dolaştığımız
vadilerden şimdi bir hedefe ulaşabilmek için hızla çıkıyorduk. Vadinin bitiminden
sola dönerek çadırların arasındaki bir cılgadan yükselmeye başladık. Son bulak,
buradaydı. Su eksiğimizi tamamladık. İlk boyuna ulaştığımızda güneş doğmak
üzereydi. Burada "seher yemeyi" molası verdik. Hava kapalıydı ve buz
gibi bir rüzgar esiyordu. Kahvaltı molasından sonra solu dağ, sağı aşağılara
kadar uzayıp giden zaman zaman buza denk geldiğimiz bir çarşaktan ikinci boyuna
kadar iki saatte gelebildik. Buradan sola dönerek dimdik bir rampadan
yükselmeye başladık. Bir buçuk saat sonra Şahdağı buzuluna ulaştık. Buzuldan 45
dakka yürüdükten sonra zirveye yarım saatlik bir mesafe kalmıştı. Zirveye
geldik. Haldır huldur fotoğraflarımızı çekildik. "Günorta yemeyi"ni
orada yedik.
Hava hızla kapatıyordu.
Elimizdeki kazma, baton gibi metaller bulutlardaki elektrik akımına maruz
kalabileceği için pançolarımızla bu metalleri sararak hızla irtifa kaybetmeye
çalışıyorduk. Yağmur yakaladı yakalayacak... Gök gürültüleri... Hızla iniyoruz.
Çarşak bölgenin bitiminde hava tekrar açıldı. Saat 17.00'de kamp yerimize ulaştık.
Yarım saat içinde toplanarak Hınalık'a doğru, ünlü kamyonumuzla yola koyulduk.
Azerbaycan'da bizi duygulandıran
birçok şey yaşadık. Öncelikle Azerbaycan'ın anlatılanların aksine çok güvenli
bir ülke olduğunu bilin.
kazıklamak için çaba içinde olmadığını
bilin. Ama yine de bir şeyi almadan, bir şey yemeden önce liste veya üzeri
fiyatı yoksa fiyatını mutlaka sorun.
Taksiciler Türk olduğumuzu
öğrenince para almak istemiyordu. Müze girişleri yerli 2, yabancı 4 manat iken,
bize, siz yerlisiniz deyip 2 manat almaları, dağda karşılaştığımız Azerbaycan
subaylarının bilinçli, aklı başında konuşmaları... "Türkiye benim ikinci
vatanım." "Burası Rus sınırı, dikkat edin, bir hata yapmayın ki, biz
zor duruma düşmeyelim, biz zor duruma düşersek Türkiye de üzülür. Biz
biriz." gibi cümleler ve daha niceleri... Ruhumuzun derinliklerine
gömdüğümüz Turancı tohumları birden bire ve yeniden patlatmaya yetti. Orada çok
iyi anladık ki, Haydar Aliyev'in dediği gibi, "TEK MİLLET, İKİ
DEVLET" idik. Yaşasın Turan Boyları!
0 Yorumlar